Bir Kırmızı Bisiklet Macerası

İki tekerlek üstünde geçen binlerce yılın ardından on dakikalık film arasında yazıyorum bunları. Birazdan ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Tekerlekli vasıtalarla ilk temasım muhakkak el kadarken kâh gülücükler saçıp kâh ağlayarak insanlara illallah ettirdiğim günlerde üzerinde oturduğum dört tekerlekli bebek arabası ile oldu. Dört tekerlek biraz fazla gelmiş olacak ki üç yaşın şerefine tam üç tekerlekli bisikletim gökten zembille düştü. Bir süre mahallenin büyük bisikletli abileri yarış yaparken arkalarında pedal çevirdikten sonra üçüncü tekerlekten de kurtuldum nihayet. Artık ben yarışlar yapıyor, aşağıki mahalle senin, yukarıki mahalle benim - ya da ikisi de benim- boyuna sürüyordum. Yarış dediysem yanlış anlaşılma olmasın, kendimden küçük yaya arkadaşlarımla silahların eşitsizliği ilkesiyle yarış yapmışlığım olmuştur çok kez. Göklerden gelen kararla bu haksızlığın cezası olarak bir gün fena bir şekilde düştüm bisikletimden. Az daha halk otobüsünün altında kalıp halkın altında ezilecektim. Halk beni haklamadan kendim ettim kendim buldum. Birkaç yıl sonra uzun bir kışın ardından evimizin bodrumunda bisikletimin cansız bedeniyle karşılaştım. Tekerlekleri sökülmüştü. Bisikletime tekerlek taktırmadık, cansız bedenini de gömdük.

Serseri bir liseli olduğumda babamdan bisiklet almak için bir miktar para kopardım ama ağır siklet daha çok ilgimi çektiği için o zamanlar, bisiklet yerine başka gereksiz şeyler aldım kendime. Üniversiteye gelip aklı başında makul bir insan gibi davranmam gerektiğinde, iki tekerleklilere tekrar aşık oldum. Birkaç ay boyunca bilgisayarı açar açmaz sahibinden.com’dan bisiklet ilanlarına baktım durdum. Bir iki başarısız satın alma girişiminden sonra aklıma düşen müthiş bisiklet için yollara düştüm. Küçük kırmızı bisiklet Kazlıçeşme Marmaray istasyonunda beni beklerken yürüyen merdivenlerden koşarak iniyordum.İkinci ellerdeydi artık, mutluydu, daha da bir kızarmıştı. Biraz da bana katlanacaktı bu hayatta. Bisikleti katlayıp otobüsün bagajına attım, Adapazarı’na döndüm mutlu mutlu. Neşeli günler başladı. Kaskımı kafama geçirip, terminatör gibi Adapazarı yollarını arşınlıyordum. Bütün esnaf beni tanır olmuş hatta sık sık uğradığım kuruyemişçi abi ‘Oo katlanır bisiklet mi, piyasası ne bunların, dur bakayım’ deyip epey inceledi. Adapazarı düz bir yer, şehir içinde çoğunlukla bisiklet sürüyordum. Bir gün kurstan dönerken ‘Gülnihal’i söylüyordum,  bu ismi verdim ona. Yurdumdaki bekçi amca her çıkışımda gözümün içine bakıyordu ‘Kızım etme eyleme dikkatli ol’ diye. Kendime bisiklet arkadaşları da bulmaya başlamıştım, hatta dostlarıma baskı yapıyordum bisiklet almaları için. ‘Almazsan üstüne sürerim’ diye tehditler savurmaya başlayınca göklerden yine bir karar geldi. Bu sefer otobüsün altında değil direkt bisikletimin altında kaldım. Sol bacağım ikinci kez, o feci olaydan sonra tekrar kırılmıştı bana. Annem ‘Kızım, kır dizini otur aşağı’ der dururdu ne zaman iki teker üstündeyken fotoğraf göndersem. Biraz yanlış anlamış olmalıyım. Derviş mi olsam tacir mi olsam diye uzun zamandır düşünüyordum. Ticaret Hukuku dersimden kalınca anlamalıymışım derviş olacağımı. Dizimi kırdım da geldim usta.

Rabbim içime öyle bir dürtü koymuş ki, seviyorum uçmayı kaçmayı, tepetaklak olmayı ne yapayım?! Hıza, paraşüt hayalleri kurmaya, tırmanmaya düşkünüm. Belki de bu düşkünlüğüm sonraları daha fena bir iş getirecekti başıma. Son zamanlarda fazla kırıcı olmaya başlamıştım kemiklerim için. Birkaç  ay önce eniştemin motosikletine binip deneme sürüşü yapmış, birkaç hafta önce yağmurlu bir günde yapılmaması gereken yüz şey listesinin ilk maddesini ihlal edip tepelere tırmanmış, bir iki gün önce de yazın binmeyi planladığım roller coaster videosu izlemiştim heyecanla. Kemiklerim korkudan zangır zangır titremiş olacaklar ki bana ültimatom gönderdiler. Biraz nefsimi terbiye etmem gerekiyormuş, bu beden benim değilmiş, manyak mıymışım filan. Yok anam yok, bir daha motosiklet hayalleri kurmayacağım, biraz sakin yaşayacağım bu hayatı. Bir sakin ol ya!

Neyse, iyi haber şu ki, altı ay uzak durduktan sonra Gülnihal’i sürebilirmişim, bundan sonra onu çok yormayacağım tabii. Hem bir süreliğine tekrar dört tekerleklilere döndüm, bu sefer bebek arabası değil, kötü gün dostum tekerlekli sandalyem. Roller coaster filan hiç gözümde değil, çimenlere yayılsam yeter bana. Biraz da göl möl seyrederim oh mis! 🙂

Canım bisikletim, bu şarkı sana gelsin: Yine Bir Gülnihal

 

4 Yorum

  1. Hilal uçar

    15 Mart 2019 at 21:53

    Kötü mazinin iyi tarafı güzel yazılar oluyor. Kim nefs le mucadelesinde dikine perdah gidiyorsa Allah o hızda aşağı çekiyor 🙂 benim için güzel tarafı da seninle tabak tabak tatlı yemek 😍

  2. Esra Nûr Özçelik

    15 Mart 2019 at 21:54

    Yaaaa o kırmızı baysıkılı görünce gözlerim yaşardı, içimden size “yapıyoşunuz çiçekler” dedim☺️ 5/10dk görmüş de olsam iyi bir iki ayaklıydı o veled Fecca Ablaşımmm(aynı sen; çılgın iki ayaklı) Bu da buraya benden hâtıra kalsın. Gariplendim bak şimdi.. Bizim oralarda ‘gariplenmek’ özlemek anlamını karşılıyor, tabi bunu çok sonraları öğrendim, annemgille konuşurken telefonu kapatmadan evvel hep bu cümleyi söyleyesim gelirdi. Gariplendim ayy aman!😃 Sana güzel çılgınlıklar, benim de iki koşum işim var onları halledem gali( yöreden yöreye değişen ağzımdan konuşmalar😂) Yine bir gülNihâl dırım dırırrım🎼

  3. fecca

    15 Mart 2019 at 22:12

    Hilal ablağğğ, aynen öyle, ben de fena çakıldım. Gelsin o zaman tatlılar, kekler, ne istiyorsun ne yapayımlarrr, heheyyttt!! :’)

  4. fecca

    15 Mart 2019 at 22:18

    Esra Nûr! 🙂 Ordan ağrı bana kazandırdığın bu güzel kelimeler için teşekkürler yivenim, dostum. Ben de gariplendim şimcik! Çılgınlıkların müptelâsıyız, bedeline de katlanıyoruz, duânı eksik etme, işlerini aksatma, hoşça kal! 🙂

Bir yorum yaz!