Bir Hastanın Günlüğü/Bölüm 2

AMELİYAT

Ertesi sabah yeni doğan güneş ışınlarıyla uyandığımda ilk duyduğum sırt ağrımdı. Sol bacağımdaki uzun bacak yarım alçı sağa veya sola dönmeme engel oluyordu. Üstelik bu durum uzun bir süre devam edecekti. En azından biraz doğrulabilseydim yetecekti fakat ayağımın şişmemesi için sürekli yatmam gerekiyordu. Bir sol bacağıma bir sağlam bacağıma baktım. Aradaki yedi farkı düşünmek istemedim. Hastane tuhaf bir yerdi. Saat 07.00’de sabah kahvaltısı geliyor, 07.30 temizlik saati, 08.00’de ise doktor ziyareti. Odama güneş de giriyordu doktor da. Yavaş yavaş yakın çevreme duyurmaya başladım başıma geleni. Herkes şaşırdı tabii, uçar kaçar biriydim. Lisede üç kez fena halde düşmüştüm ama bir yerimi kırmayı becerememiştim.

O gün tam alçı deneyeceklerini söylediler. Kemik öyle parçalanmıştı ki ameliyat gerekiyordu. Yine de tedavi prosedürü ameliyattan önce tam alçı tedavisini öngörüyordu. Birkaç saat sonra hiç hazır değilken yine, alçı odasına götürüldüm. Baş asistan ve az kıdemli başka bir asistan acı sınırlarımı zorladı sağ olsunlar. Sol bacağım komple alçıya batmışken ben de gidip geliyordum. Beni memnun edecek tek şey başarılı bir alçılama işleminden çıkmış olmaktı. Tangır tungur gittik röntgen odasına. Bir düz bir lateral hop! Kendimi odaya zor attım. Sınanıyordum evet, baş asistan geldi yüreğimi dağladı, alçı olmamış! Kafamı nerelere vursam diye düşündüm. Bir yanımda duvar vardı bir yanımda baş asistan. Bir yere kafa atamadan ertesi günü ameliyat edeceklerini söylediler. Kırık kemikleri sabit tutabilmek için platin takacaklarmış. Açıkçası ameliyatı ben de istiyordum çünkü sadece alçı ile olacak iş değildi. Küçük bir harekette bacağım acıyordu ve alçının boyu uzun olduğundan, o zamanlar pek hareket edemesem de ileriki günlerde zorluk yaşayacaktım rahat hareket edemeyecektim.

Güneş batıp tekrar doğduğunda karnımda tuhaf ağrılar vardı. Ameliyat olacağım için gece yarısından bu yana bir şey yiyip içmemiştim. Bir yandan çok endişeliydim, bacağımda uzun bir demirle nasıl yaşayacaktım? Platin de aynı şekilde endişeleniyor muydu? Sanmam ama kimse doktorlarım kadar rahat olamazdı galiba. Ameliyattan önce bacağımdaki alçının çıkması gerekiyordu. Hiç hoş bir işlem değildi. Titreşim veren, matkaba benzeyen ama tehlikeli olmayan bir aletle alçıyı neredeyse çıkardılar. Geri kalanını ise ameliyat ekibine havale ettiler. Sonrasında yüzünü görünce mutlu olduğum Müjgân hemşire geldi odamıza. Hastanede kimi hemşireler vardı yüzünde tebessümden eser yoktu, Müjgân hemşire öyle miydi? Güler yüzlü oluşu koluma vurduğu kan sulandırıcı iğnelerin acısını unutturuveriyordu. Şimdi diyeceksiniz belki ‘Onca hasta var, hangi birine güler yüz göstersinler?’. Annem çok kez söylemiştir Müjgân hemşireye ‘Kızım sizi çok seviyor.’, diye; o da hep ‘Her şey karşılıklı efendim.’, cevabını vermiştir. Hasta – hemşire/doktor ilişkisi tam olarak böyle sanıyorum: karşılıklı.

Müjgân hemşirenin getirdiği ameliyat kostümümü giydikten sonra götürüleceğim sedyeye yerleştim, yeşil ameliyat örtüsüne sarındım. Korku, endişe, heyecan anında örtünmek, bir şeye bürünmek fıtratımızda olsa gerek. İki yaşındaki yeğenlerim de bir şeyden korktuklarında hemen battaniyelerine sarınıyorlar. Tıpkı ilk vahyi aldığında ‘örtülere bürünen’ peygamberimiz gibi… Bu güzel düşüncenin sahibi sevgili ağabeyim bir yanımda, canım annem diğer yanımda ameliyathaneye giderken neredeyse ağlayacaktım. Geçtiğimiz koridorlarda beni gören insanlar geçmiş olsun deyip hayır duası ediyor, beni daha da duygulandırıyorlardı. Ameliyathane yazan birinci kapıyı geçtikten sonra az ilerideki kapıdan annemler olmadan geçmek durumundaydım. Filmlerdeki ameliyathane sahneleri gibi değildi belki ama o an kendimi çok yalnız hissettim. Onlarla vedalaşıp etrafı incelemeye koyuldum ağlamaklı. Bir yandan dua ediyordum, bir yandan meraklı gözlerle olup biteni seyrediyordum. Nihayet dört numaralı ameliyathaneye geldik. ‘Steril Alan’ tabelasından sonra beni karşılayan beyaz duvarlı ameliyathane çok güvenli görünüyordu. Muhtemelen beni hayatta tutacak her şey vardı. Ameliyat sedyesine geçtikten sonra bir süre insanların muhabbetlerine ortak oldum. Doktorlardan birisi ‘ Sanayiciden farkımız yok ki abicim, sadece steril ortamda çiviliyoruz.’, deyince gülmeden edemedim. Hak da vermedim değil, operatör bir ortopedistin, hastasını sanayi tipi makine olarak görmesi kaçınılmazdı. Neyse ki beklediğim olmadı; doktorlarla da yardımcılarla da epey konuştuk. Bana sorular sorup heyecanımı az da olsa giderdiler.

Ameliyathane oldukça soğuktu. Giydiğim tek kat kıyafet bir nebze koruyordu ama dudaklarımın titremesine mâni olamıyordum. Yüzünü ters gördüğüm başucumdaki görevli (intern olduğunu düşünüyorum, internler ameliyata giriyor muydu?!) önce sağ kolumu yana uzatıp işaret parmağıma bir şey taktı. Daha sonra sol kolumu yatırıp damar yolunu kontrol etti. Bir şeyler oluyordu ama her şeyi anlamıyordum. Kalp cihazının kabloları da bağlandıktan sonra ameliyata hazırdım. T şeklini almıştım ve kendimi oldukça savunmasız hissediyordum. Başucuma bir başkası daha geldi ve damar yolundan bir sıvı gönderdi. Sol kolumdan vücuduma doğru yayılışını öyle hissettim ki... Morfini verdikten sonra ‘ Başın dönüyor mu?’, diye sordu ama bir şey hissetmiyordum. Birkaç saniye sonra tekrar sordu. Hatırladığım son şey ‘evet’ diyemeden attığım kahkahaydı.

Diğer Yazılar

5 Yorum

  1. Ali ihsan sabis

    8 Eylül 2017 at 19:38

    Devamı nerede ????? 🙂 🙂

  2. fecca

    9 Eylül 2017 at 11:51

    Bir Hastanın Günlüğü, ilerleyen bölümlerle devam edecektir. İlginiz için teşekkür ederim. 🙂

  3. Üç2bir

    11 Eylül 2017 at 22:00

    Hadi devami gelsin ?

  4. Isimsizz

    25 Eylül 2017 at 20:49

    Tam olarak nasıl oldu nereden düştün

Bir yorum yaz!