Bizim Mahallenin Delikanlısı

   Rüzgârın içeri girmesine engel olamasa da dükkânı soğutmamak için geçebilecek kadar açtığı eski kapıdan dışarıya süzüldü. Serin hava kısacık saçlarının arasından girip içini titretti. Yılların ustası berber Nejat yine konuşturmuştu makasını. ‘Şu dükkânı azıcık büyütelim abicim!’ diye kaç kez söylediyse de bir türlü ikna edememişti onu. Ah onun böyle babadan kalma bir yeri olsa ne işler kurup ne paralar kazanırdı. Büfe açmak isterdi mesela. Tostun ne olduğundan bîhaber bütün büfecileri çatlatacak delikanlı tostlar yapıp ün salardı şehre. Kapının üzerine de güzel bir tabela astı mı… ‘Büfe Feridun’ ne güzel yakışırdı bu mahalleye. Hayallere dalıp çıkarken yerdeki irili ufaklı taşlara bir tekme savurdu. Büyükçe olanını gözüyle takip ederken az ötedeki kalabalığı fark etti. Biraz yaklaşınca fal taşı gibi açıldı gözleri Feridun’un. ‘Bizim oğlanlar değil mi bunlar abi?’ demeye kalmadan başladı koşmaya. Anlaşılan mahallenin ayak takımı yine boş durmamış, gelip sataşmışlardı. Kavgayı ayırayım derken içlerinden birini yaka paça silkelerken buldu kendini. Ortalık kan revan… Neyse ki herkes yorulmuşken karşı tayfa laf atarak uzaklaştı.

-Ne yapıyorsunuz siz oğlum? Daha geçen gün söz vermedik mi Cemil Abi’ye, kavgadan uzak duracağız, kendimizi tutacağız diye? , Seyfi nefes nefese atıldı:

-Eyvallah Feridun, ama bu utanmazlar Cemil abi’ye laf edince duramadık yerimizde. İllâ dayak istediler biz de kıramadık.

 Altı delikanlı yüzleri kan içinde gülüşmeye başladı yorgun yorgun. Daha birkaç ay önce serserilik yaparken mahalleye taşınıp küçük bir sahaf dükkânı açan Cemil ile tanışmışlar ve dünyaları değişmişti. Ona derin bir saygı duyuyor yalnız kaldıklarında öve öve bitiremiyorlardı. Hakiki birisiydi Cemil, ömrünü kitaplara vermiş zayıf, saçları ağarmaya yüz tutmuş mütevazı bir adamdı. Dükkânın içinde arka tarafta bir yatak sığacak büyüklükte bir odası, bir de küçük mutfağı vardı. Başlarda pek geleni gideni olmasa da şimdilerde gençlerin uğrak yeri olmuştu.

 Diğerleriyle biraz laflayıp fırına uğradıktan sonra evin yolunu tuttu Feridun. Gazetenin arasında sabırsızlıkla bekleyen ekmeğin ucundan bir parça koparmadan edemedi. Ev biraz daha uzak olsa annesinin pişirdiği çorbaya ekmek kalmayacaktı. Çok yaklaşmışken burnuna her zamanki o ağır şurup kokusu geldi. Sağ taraftaki çöp tenekelerinden yayılan bu koku yerleşmişti artık, kimse onu yadırgamıyordu. Çöp kamyonları bu sokağı çoktan unutmuşa benziyordu. Gülmeden edemedi, küçükken şurup denen şeyi ne çok merak ettiğini hatırladı. Söylenenlere göre bir türlü kurtulamadıkları ama oyunlarına da engel olamayan hain öksürüğü yok ediyormuş. İlk kez mahalle eczanesinin ayak işlerini yaptığı zamanlar görmüştü kahverengi şişeyi. Şimdi küçük kardeşi Filiz bol bol içiyordu. ‘Şu Filiz şanslı çocuk…’

  Evde haberler açılmış, sofra kurulmuştu. Elini yüzünü yıkayıp masaya oturmasıyla annesinin, sol elmacığındaki kırmızılığı fark etmesi bir oldu.

-Eyvah! Bizim deli çocuk yine kavgaya tutuşmuş. Oğlum artık çocuk gibi davranmayı bırakıver, koskoca adam oldun. Ben artık bir gelin isterim.

 Feridun’un malum konu açılınca iştahı kaçtı yine. Çorbadan bir kaşık almadan aldı ceketini, ‘Eyvallah!’ , dedi çıktı. Geldiği yolu geri yürüdü. Fırına uğradıktan sonra Cemil Abi’nin yolunu tuttu. Gazetenin arasında sabırsızlıkla bekleyen ekmeğin ucundan bir parça koparmadan edemedi. Küçük dükkândan dışarıya loş bir ışık yayılıyordu. Ne de özlemişti sohbet etmeyi. İçeri girince göz göze geldi Feridun ve Cemil. İki dost sıkı sıkı sarıldı. Birisinin yüzü beş karış… Feridun’un keyfi olmaz da Cemil’den kaçar mı? Kısa süren bir sessizlikten sonra sırtını sıvazladı: ‘Haydi Feridun, iki tost yapıver de karnımızı doyuralım. Delikanlısından olsun.’

Son Öyküler

Loading...