Kayıp İstasyon

…Oysaki ben, çocukluğunda masal dinlememiş biri olarak, öylece dururum bazen. Harita suya düşer ve mürekkep dağılır. Bir an için tren istasyonunda mızıka çalan çocuğun sesi kesilir. Trenin sireni kesilir. Taş kesilir çocuk. Havalanan kuşun ardından göğü ikiye bölen elektrik teli bir miktar titrer. Yersiz bir korna sesi ile kısa bir huzursuzluk… Gergin havayı gürültülü bir su sesi yumuşatabilir. Bak işte, çeşme var orada. Biraz bakımsız. Art arda düşen damlalardan belli, musluğu bozulmuş. Yok yok, bu bir feveran.  Boşalıyor su kaldırıma. Hava ılık, üstümde hafif giysiler var. Mıcırlı yollardan geçmişim: Ayakkabılarımda yer yer siyah lekeler gözüme ilişiyor. Tekerlekli bir bavul boyundan büyük sesler çıkarıp kaldırımları fethederken onu çekiştiren kadının neden bu kadar endişeli olduğunu merak ediyorum. Belki de o an sabah yaptırdığı kan tahlilinin sonuçlarını düşünüyor, hemoglobin bu diyarlardan gideli çok oldu diyorum kendi kendime. 17.15 seferinin yolcuları hareketlenince fark ediyorum saati. Mesai bitmiş az önce, şimdi trafik sıkışır. Çocuk mızıka çalıyor hala. Hay Allah, hava da serinlemiş. Desene şifayı kapacağız.  İstasyondan ayrılmadan musluğu iyice sıkıyorum. Karışıyorum kalabalığa.

*Sonradan öğrendim şu şiiri:

‘Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk

Gece trenlerine binme kaybolursun,

Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.’

Son Öyküler

Loading...