Şehirden Kaçış

Oldukça popüler, “şehirden kaçmak”. Pek çoğumuz şehir hayatından bunalıp kırsallara sahil kasabalarına göçen insanlara imreniyoruz zaman zaman. Medya da bu kaçısı yağlandıra ballandıra anlatıyor ne zamandır. Diyor ki adeta “Bak imkanı olan canını kurtardı, sen hala bu çarkta debelenip duruyorsun” Ben de bir gün bu sese kulak vermiş, kendimi herkesten uzakta ‘huzurlu’ bir evde resim filan çizdiğimi hayal ederken yakaladım. Sonra düşündüm. Şehir, kaçılacak bir yer midir?

Ülkemizde en çok göç alan ve göç veren iller İstanbul, Ankara ve İzmir’miş. Bu üç büyük şehir gün geçtikçe birilerinde yaşamak için umut bırakmazken birilerine de yeni ve başka bir hayatın yolunu açıyor devamlı. Ankara’yı ve İzmir’i bilemiyorum ama İstanbul’da yaşadığım süreçte ve sonrasındaki her ziyaretimde şehrin bütün güzelliklerine ve efsununa rağmen insan onurunu ve fıtratını ne kadar olumsuz etkileyebileceğini defalarca gözlemledim. Nispeten daha yaşanılır ve korunmuş alanlarda yaşayanlar için durum çok daha iyi elbette fakat yüksek nüfustan ötürü sosyal ortamlarda girilen rekabet (park yeri bulma, toplu taşımada yer bulma, konsere bilet bulma, hastanede sıra bulma vs.), stres ve her an kavga etmeye hazır gergin ruhsal durumlar insanların aile hayatlarına ve iç dünyalarına kaçınılmaz olarak etki ediyor. Bu bakımdan İstanbul gibi şehirlerden daha sakin şehirlere kaçmak, insanca yaşamak adına belki de zaruridir artık kimi insanlar için. Elbette bütün koşuşturmacaya rağmen sakin huzurlu ve kendi halinde kalabilen insanlar, aileler de var ve iyi ki varlar. İstanbul’u kötülüyormuş gibi görünmek de istemem bak 🙂 İstanbul’a her gidişimde, sahilde her yürüyüşümde, Kanlıca’da yoğurt yerken insanları seyrederken, vapurda seyre dalarken tarifi imkansız bir huzur yaşıyorum, bu da bir gerçek. Tuhaf bir şehirsin İstanbul!!!

Bir yandansa güzelim köyünü beldesini ilçesini yetim, tarlasını toprağını yahut baba mesleğini öksüz bırakıp daha iyi şartlarda yaşama hayaliyle İstanbul’a göçen ne çok insan var. Bu insanların ne kadarı daha iyi şartlarda yaşıyor? Evinde geçirdiği süre artıyor mu, yahut çocuklarıyla geçirdiği vakit? Eve daha mı az gergin dönüyor yoksa daha mı fazla?  Bir terslik yaşadığında hoş görebiliyor mu, yoksa patlamaya yer mi arıyor? Zor durumda kalmış birisini gördüğünde geçip gidiyor mu yoksa gideceği yere geç kalma uğruna duraklıyor mu? Velhasıl, büyük şehirler bizi birbirimize yaklaştırıyor mu, yoksa uzaklaştırıyor mu? 

Büyük şehirlerin kendine has denklemini bir kenara bırakıyorum çünkü oldukça karmaşık, içinden çıkamıyorum. Fakat demek istediğim genel anlamda şehirden kaçmak (bahsettiğim şehir bir il, ilçe, yahut köy de olabilir, toplumun olduğu herhangi bir yer) ve bireysel yalnız bir hayat sürmek düşüncesi giderek hayatlarımıza sızıyor. Bununla ilgili ne düşüneceğimi ve nasıl bir tavır göstereceğimi düşünürken gelgitler yaşıyordum. İkilemde kaldığım her vakit yaptığım gibi, “Peygamberimiz ne yapmış?” sorusunu sordum kendime. Peygamberimiz de zaman zaman kaçmış şehirden. Kendine toplumdan uzak kalacağı ve düşünebileceği küçük bir köşe bulmuş ve daraldıkça oraya kaçmış. Zira toplum ve dolayısıyla şehir insanlığın belki de her döneminde şimdiki gibi gönül yorucu ve dertlerle dolu idi. Fakat peygamberimiz gizli köşesine kaçtığı gibi, şehre de geri dönmüş. O sevgili dağda neler yaşadı bilinmez fakat gönlünü yoran o şehre sırt çevirmemiş. Hakk ve hakikat uğruna, türlü işkenceye rağmen orada senelerini geçirmiş ve nihayetinde artık şehir yaşanılmaz, insan hayatına, onuruna, fikir ve vicdan hürriyetine imkan vermeyen bir hal aldığında başka bir şehre hicret etmiş onu sevenlerle birlikte. 

Hayat düşüncelerimi tavrımı ne yönde evirir çevirir bilmiyorum ama sanki bir ayağım şehirde bir ayağım dağda olmalı, en azından dağdan inecek takatim kalmayıncaya dek. Ne şehrin ne de dağın adamı olmalıyım. Şehirde kaybettiğim insanlıklarımı dağda hatırlamalı, hatırladıklarımı şehirde paylaşmalıyım. Başka hatırlatıcılara kulak vermeliyim. Huzur belki de bir kaçışta değil tebdîlîmekanda saklıdır. Tebdilimekan ise ayrı düştüğümüz memleketimiz, baba ocağımız, bir gölet kenarındaki kamp çadırımız, gerçek bir dağ, yanında bütün kötü şeylerden uzaklaştığımız annanemiz, yazlığımız, yahut bir yolculuk olabilir. Elbette tarımdan topraktan giderek uzaklaşıyor oluşumuz başka bir konu. Şehri terk etmemek köy hayatını yabana atmak değildir. 🙂 Keşke her birimiz 'kalbin sesi ile toprağa dönebilsek'.

Yazımı buraya dek okuma nezaketin ve ilgin için teşekkür ederim sevgili dostum. Sen neler düşünüyorsun? Yorumlarını beklerim, hoşça bak zatına. 🙂 

İznik, Haziran, 2023

 

Sandıktaki diğer yazılar

Loading...

Bir yorum yaz!