Rumeli Macerası!

Her şey abimin beni TCDD Halkalı-Sofya seferlerinden haberdar etmesiyle başladı. Yaklaşık bir yıl boyunca farklı insanlarla Sofya’ya gitme hayalleri kurduk. E tabii tren yolculuğunu seviyoruz, bir de kuşetli vagon oldu mu değmeyin keyfimize! Ben aklımdan Sofya planları yaparken Sakarya’da tanıştığım, yüzleri gönüllerinin güzelliğinden nasibini almış ikiz arkadaşlarım, beni memleketleri Prizren’e davet ettiler. Sofya-Üsküp-Prizren şeklinde bir güzel rota belirledim. Okul faslı bitince de koyuldum araştırmaya ama öyle geçici bir hevesle değil ha! Kendim için yaptığım tek kişilik plana birbirinden tatlı kızlar dâhil olup (Mutlu Seyyahlar Vagonu sizi seviyorum!) çeşitli korkunç patlıcan acısı sebeplerden ötürü plandan çıktıktan sonra nihayetinde ikinci bilet anneme düştü. Şimdi anacımla geçen bir haftalık serüvenimi ve naçizane duygu ve düşüncelerimi böyle bir seyahat düşünenlere yardımcı olur diye teknik detaylarla birlikte sizlerle paylaşacağım.

Teknik mâlumat

Halkalı-Sofya tren bileti yalnızca İstanbul Sirkeci Tren Garı’ndan alınabiliyor. Gidiş dönüş biletini aynı anda alabilirsiniz. Normal bilet alabileceğiniz gibi uluslararası bir uygulama olan Interrail bilet seçeneklerinden birini de tercih edebilirsiniz. Örneğin diğerlerine nisbeten yeni bir uygulama olan Balkan Flexi Pass, Balkanlarda bir gezi düşünüyorsanız daha avantajlı olabilir. (Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.) Bizim tercih ettiğimiz normal biletler Euro’nun güncel kurdaki karşılığı kadar Türk Lirası ile satın alınıyor. Bir başkası için de bilet alabiliyorsunuz, yolculuk gününden bir gün öncesine kadar ücretsiz tarih değişikliği veya %15 kesinti ile iade yapabilirsiniz. Trenler çok yoğun olmadığından yolculuk tarihinde bile yer bulabilirsiniz. Tren saatinden bir saat önce  20.30’da Sirkeci’den Halkalı’ya servis kalkıyor. Tren vagonlarının hepsi yataklı. 1. Mevki ( 2 kişilik odalar) ve 2. Mevki (4 ve 6 kişilik odalar) şeklinde iki ayrı bilet tarifesi var. (Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.) Bilet ücretlerine ek olarak ‘kuşet süpleman ücreti’ olarak ifade edilen bir rezervasyon ücreti var. Rezervasyon Interrail ağına dahil olan bütün yataklı trenler için zorunlu. Bazı yataksız trenler için de yoğunluktan veya çeşitli sebeplerden ötürü zorunlu olabiliyor. Hangi tren için rezervasyon gerektiğini ise Interrail’in has uygulaması olan Rail Planner App’te görebilirsiniz.

Nihâyet o saat geldi, dağlar tepeler aştım, trenimi buldum, kompartımanıma heyecanla oturup demir tekerleklerin sesini bekledim. Ve kalkıyoruz, çuf çuf! 🙂  Trendeki görevli amcalar çok şirin, fazlasıyla ilgileniyorlar. Giderken Ayhan amca ile dönerken Hâki amca ile tanıştık, her ikisi de sağ olsun, çok güler yüzlüydü. Trenler rahat, temiz. Saat 02.00 gibi Kapıkule sınır kapısına geliyoruz ve pasaport işlemleri yapılıyor. Yurt dışına çıkarken ödenmesi gereken 15 TL’lik bir harç var, dilerseniz daha önceden çeşitli bankalardan ödeyebilirsiniz veya sınır kapısında pul olarak da satın alabilirsiniz. Bu işlemlerden sonra hoop Bulgaristan toprakları!

Yurt dışına çıktığımızda cep telefonumuzdaki yurt içinde kullandığımız konuşma-SMS-internet paket ve tarifelerini kullanamıyoruz. Eğer yurt dışı paket satın almak isterseniz GSM operatörünüzün yurt dışı paketlerine bakmalısınız, paketlerin hangi ülkelerde geçerli olduğuna dikkat ediniz. Biz kısa bir süreliğine gittiğimiz için herhangi bir paket almadık, çeşitli yerlerdeki Wi-fi ağları yeterli oldu. ( Gitmeden önce, Google Maps’te ihtiyacımız olan bölgelerin haritasını telefonuma indirerek çevrimdışı kullanılabilmesini sağladım.)

Sofya Tren İstasyonu Sofya şehir merkezine 1 km kadar uzaklıkta, oldukça yakın. Hemen yanında ise Sofya Otobüs İstasyonu var.

Sofya’dan Üsküp’e ve ardından Prizren’e otobüsle geçiş yaptık. Her ülke sınırında pasaport kontrolü oluyor. Gerek sınırlarda gerek şehir içlerinde pasaportunuz oldukça önemli, sakın ha yanınızdan ayırmayasınız!

Merak edip burada bulamadığınız teknik malumatla ilgili lütfen bana ulaşın. 🙂

Geziye dair birkaç not

Gezip görmeyi, köylerini karış karış dolaşmayı, insanlarıyla sohbet edip dağına taşına hal hatır sormayı can-ı gönülden istediğim yerlerden birisidir Rumeli. Bu gezi benim için ufak bir başlangıç oldu, başımı pencereden uzattım yalnızca. Şehir merkezleri dışında bir yer göremedim, otobüs camından seyrettim köylerdeki cami minarelerini. Edebten ve kadim kültüründen taviz vermemiş bu ecdad diyarlarını görmek inşallah yine nasib olur bana.

SOFYA

Sofya’da ilk durağımız Banyabaşı Camii oldu, bir diğer ismi Kadı Seyfullah Efendi Camii. Az ötesinde bir zamanlar hamam olduğu için Banyo başı demişler, sonraları olmuş Banyabaşı. (İnsanlar hamama banyo diyor.) Tabii hamam şimdi tarih müzesi olarak kullanılıyor ama yapının derinlerinde kaynayan su hâlâ akıp duruyor çeşmelerden sıcak sıcak. Sofya halkı şifalı sudur diye evlerine götürüyorlar büyük büyük şişelerle.

Banyabaşı cami maalesef Sofya’daki tek camii. Bize Sofya’yı gezdiren Deliorman’lı ablanın söylediğine göre 142 tane cami varmış bir zamanlar. Bazı bölgeler hala o camilerin isimleriyle anılıyor. Caminin ayakta kalan tek cami olması yetmezmiş gibi, avlu kolonlarının birisi de bahçe demirlerinden dışarda kalmış üstelik, kaldırımda öylece duruyor gariban.

Caminin giriş kapısının üzerindeki eski taşlar olduğu gibi duruyor, diğer kısımların çoğu restorasyona uğramış tabii. Caminin içinde de enfes taş  ve ahşap oyma işleri var. Caminin bakımıyla İbrahim abi ilgileniyor. Sağ olsun caminin temizliğinden güvenliğine kadar her işi üstlenmiş bu abimiz. İmamlığı ve müezzinliği ise gönlü zengin Şenol hoca yapıyor, ezanı okuduktan sonra giyiyor cübbesini, geçiyor mihraba. Her cuma üç farklı yerde Cuma Namazı kıldırıyor. Bulgaristan hükümetinin verdiği bir maaş yok, çeşitli vakıfların,yardımseverlerin hayırlarıyla ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sağladığı destekle geçimlerini kazanıyorlar.  Camiyi seyrederken, mescid namazımı kılarken içimin titrediğini hissettim. Camilerin kapatılması, yok edilmesi yahut müzelere çevrilmesi politikalarına rağmen cesurca, dimdik duruyor Banyabaşı. Günde beş vakit ezan okunuyor ve cemaatle namaz kılınıyor içinde, yüzlerce yerli ve yabancı turisti ağırlıyor. (İçeride okunan ezan, öğle, ikindi ve akşam vakitlerinde minareden de yükseliyor.)

Sofya’da yaşayan Müslüman halkın çoğu Türkçe konuşuyor. Bu toprakların en güzel yanı sanırım bu: Aramıza sınırlar girmiş  insanlarla aynı tarihi paylaşmak, aynı kültürde yetişmek ve aynı dilde konuşabilmek ne hoş! Dil, insanlar arasında çok sağlam bir köprü. Dilini bilmediğin insanla ufak birkaç işaretle iletişimden öteye geçemezken, aynı dili konuşabildiğin insanla kırk yıllık sohbet edebiliyorsun. Avluda yanına oturup sohbet ettiğim Halil İbrahim amca da bir hafta içinde tanıştığım onlarca insandan biri… O gün Hac vazifesini yapmaya yola çıkmak üzere çok uzaktaki köyünden kalkıp gelmişti bavuluyla.

Sofya Sokakları

Bu yürekli camiyi ziyaret ettikten sonra başladık dolaşmaya Sofya sokaklarında. Bulgaristan’ın başkenti olmasına rağmen çok sessiz ve sakin bir şehir. Sokakları ağaçların gölgeleriyle ferahlıyor sıcacık havada. Şehrin merkezi yerleri kalıntılarla dolu. Geçtiğimiz yıllarda metro inşaatı için yapılan kazılarda da birçok yeraltı yapısı keşfedilmiş.Üzerinde gezindiğim eski bir taşta dahi zarif oyuntularla karşılaştım. Belki yerin birkaç metre altında daha ne güzellikler keşfedilmeyi bekliyordur sessizce.

Şehrin sokaklarında yürüyüp çeşitli kiliselere uğradık. Alexandre Nevski Katedrali’ne gitmeden karşımıza çıkan, tezgâhlarını kurmuş antikacılar enfes parçalarını sergiliyor. Eski dokuma kilimler, yöresel işleme kıyafetler, şemsiyeler, dolma kalemler, gümüşler meraklısına satılmayı beklemekte. Bir şehirde uğranması gereken yerlerden birisi de antikacılardır bana göre. Çünkü tarihi keşfetmenin ve öğrenmenin yollarından birisi de eski eşyalarla tanışmaktır.

Yemek

Sofya’da çeşitli Türk lokantaları var. (Alkolsüz olanlardan birkaçı: Avrasia Restaurant, Soup House, Azra Turkish sweet-coffee) Bizim sık sık uğradığımız Olive Köfteci de bunlardan biri. Beş dil bilen Mahmut ustanın ve Yaşar abinin işlettiği bu mekânda karnımızı doyurduk, çayımızı içtik. Sağ olsunlar bize buraları aratmadılar, misafirperverliklerinden çok memnun kaldık. Sofya’ya giderseniz buraya uğramanızı, bir çaylarını içip sohbet etmenizi tavsiye ederim.

ÜSKÜP

Sofya’dan sonra otobüsle Üsküp’e geçtik. Üsküp çok güzel, eski çarşıların, eski camilerin şehri. Şimdilerde Taş Köprü’nün altında akan Vardar Nehri şehri ikiye bölmüş. Bir tarafta eski Üsküp çarşıları ve evleri yer alırken, diğer tarafta yeni binalar ve Makedonya devlet daireleri bulunuyor. Eski Üsküp kabarık bir tarihin ev sahibi. Çarşılar elektrik tellerinden nasibini almış olsalar da hala Osmanlı çarşılarını anımsatıyor. Arnavut, Makedon, Türk vs. pek çok esnaf her gün kepenk açıp kapatıyorlar. Her adım başında bizdekilerin aksine aşağıdan yukarıya doğru akan çeşmeler görüyoruz. Yükselen su yerçekimine teslim olup geri dökülüyor.Burada çok güzel camiler var: Murat Paşa Cami, Mustafa Paşa Cami, Arasta Cami, Gazi İsa Bey Cami… Asırlar öncesinden bu yana kapılarını açıyorlar. Esnafla, sokaktaki / camideki insanlarla sohbet ediyoruz. Bunlardan birisi de İsmail amca. İsmail amca Mustafa Paşa Camii’nde tanıştığım ve uğramaya fırsat bulamadığım Yahya Kemal’in mahallesini bana uzaktan gösteren şirin mi şirin bir amca. Dediğine göre Yahya Kemal’in babasının, dedesinin komşusuymuş kendileri. Aynı camiye gider gelirlermiş. Sufyan ile de Gazi İsa Bey camisinde tanıştık. On bir on iki yaşlarında güzel bir çocuk. Ne avluda ne camide insan vardı. Biz avluda dinlenirken tek bir kelime etmeden gidip hanımlar bölümünün ışığını yaktı sonra da arka kapıdan çıktı, camiden çıkınca bir de baktım avluda bekliyor. Yerli olmadığımızı anlayıp etrafta da kimse olmayınca belli ki rehberlik etti bize sessizce, anladım.

Diğer tarafta ise yeni yapılar, modern alışveriş merkezleri, kafeler ve çok sayıda heykel var. Taş Köprünün her iki tarafında devasa iki heykel göze çarpıyor. Vardar Nehri’nin şehri de halkı da iki yakaya ayırdığı şeklinde halk arasında bir algı var. Öyle ki bir tarafta çok sayıda minare yükselirken bir tarafta Vodno Dağı’nın zirvesinde büyük bir haç yükseliyor göğe. Hal böyleyken iki farklı meydana da koca birer heykel dikilmesi sanıyorum dönemin Hristiyan yönetiminin sembolik bir güç gösterisi. Taş Köprünün ortasında bunları düşünürken kimseye bir faydası olmayan heykeller yerine -köklü bir sanat dalı olan heykele dair bilgisizliğimden, sanatsal boyutunu kastetmiyorum tabii!- adım başı susuzluğumuzu gideren çeşmeler, ulaşımı kolaylaştıran köprüler, ticareti ve tüccarı geliştiren hanlar inşa eden bir ecdada sahip olduğumuza şükrettim bir daha.

KALKANDELEN/TETOVA

Üsküp’teki son günümüzde Ohrid’e değil de Kalkandelen/Tetova’ya gitmeyi tercih ettik. Ohrid 3-4 saat sürdüğünden başka bir gelişimize erteledik. Kalkandelen’e otogardan gidebileceğiniz gibi kalenin alt tarafından yedi kişilik ticari otomobillerle de 120 Makedon Denarına gidebilirsiniz. Kalkandelen’de vaktimizin büyük bir kısmı şehrin  ünlü camisi Alaca Camii’nde geçti. 15. yüzyılda muhteşem renkler elde edilerek çeşitli resimlerle bezenen bu fevkalade yapının bir köşesine oturup seyre koyuldum. Nasıl bir estetik, nasıl bir zevk! Birbirlerinin aynı motifleri kocaman duvarlara aynen çizebilmek -hele ki o zamanlarda teknolojinin yokluğunu hesaba katarsak- ne büyük meziyet. Doğal bitkilerden elde edilmiş harikulade renkler ne kadar da ağır! Resme de merakım olduğundan çok sevdim, uzun uzun oturdum hasbihal ettim duvarlarla, kubbeyle.

PRİZREN

Bir sonraki durağımız Prizren oldu. Gider gitmez bizi yoğun bir dolu yağışı karşıladı. Koca Şar Dağlarının eteklerindeki bu şirin şehirde birbirinden ilginç şeyler var, mesela efsaneye göre Şadırvan dedikleri meydandaki çeşmeden su içen Prizren’e tekrar gelirmiş veya orada evlenirmiş. Tarihi Prizren kalesinde sevinçle şehri kucakladım. Şehrin ortasından akan Lumbardhi nehrinin üstünde sıra sıra dizilmiş köprüler iki yakayı halat gibi tutuyordu. Bu köprülerden geçip mimarileri neredeyse aynı olan birbirinden güzel ve çok eski camileri ziyaret ettik. Beni en çok heyecanlandıran yerlerden birisi de Halveti Tekkesiydi. Odaya girer girmez halime tavrıma özen göstermeme sebep olan bir estetik karşıladı beni. Üzerine basmaya çekindiğim kilimlerde, her biri ayrı sanat eseri olan hüsn-i hat levhalarında, küçük camekanların ardında bekleşen çeşitli nesnelerde, mesela çini işlemeli küllükte o ağırbaşlı enfes zarafeti aç bir kurt gibi seyrettim. Üstelik fotoğraf çekimine kapalı bir mekan olduğundan daha da bir iştahla inceledim her yeri, unutmayayım diye.

Prizren’de en sevdiğim yerlerden birisi de Türhan amcanın yazma dükkanı oldu. Artık piyasada pek göremediğim, annemin çeyizinde bir sürü olan eski küçük yazmalardan çeşit çeşit vardı dükkânda. Eski mendiller renk renk, çeşit çeşit dizilmişti tezgâha. Türhan amcayla dakikalarca sohbet ettik. İlk defa karşılaştığım bu amcayla sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi tanımlayamadığım bir şeyleri paylaştık dakikalar içinde.

İlginç olan şeylerden birisi de vefat eden insanlar için çeşitli yerlere asılan ilânlardı. Burada selâ okunmuyor, bunun yerine ölüm ilanı asılıyor. İlanda merhumun vefat ettiğini, cenaze namazının vakti bildiriliyor.

Bu geziden payıma düşen en güzel hatıra konuştuğum, seyrettiğim insanlardı. Zamanında koca bir devlet yıkılırken Rumeli halkının bir kısmı bu toprakları emanet diyerek terk etmemişti. Bu güzel insanlar geleneğini, kültürünü, dilini korumuş; büyüklerinden aldıkları edep ve ahlâkı çocuklarına da miras bırakmışlardı. Tanıştığımız neredeyse herkesin, zamanında Türkiye’ye göç edip daha çok İstanbul, Bursa şehirlerinde yaşayan pek çok akrabası vardı. Çoğu Türkiye’yi ziyaret etmiş, burayı seviyorlar, özlüyorlar. Tabii son dönemdeki göçlerin çoğunun sebebi Bulgaristan devletinin uyguladığı politikalar olmuş. Dillerini konuşamayıp dinlerini yaşayamayan, isimleri bile onlara çok görülerek kimininki Bulgarca kimininki çeşitli anlamsız kelimelerle değiştirilen bu insanlar evlerini, köylerini terk ederek Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış. Keşke bizler de bu toprakları daha çok ziyaret etsek, insanlarla dostluk kursak. Geçit vermeyen koca dağları aşıp gönülleri bir eylesek. Çünkü burada bizden bir parça var. Biz buranın bir parçasıyız.

Ha bu arada, gezi boyunca TİKA işbirliğinde restore edilmiş, tamamlanmış ve hâlâ yapılmakta olan pek çok cami, ziyarete açık eski hamamlar ve çeşitli yapılar gördük. Çok iyi iş çıkarmışlar, helal olsun, teşekkürler. İnsanlar gibi bazı kurumların da hayırda yarıştığını görmek insanı ne de mutlu ediyor!

Yine sözü uzatıp çok konuştum galiba, bu sefer hakikaten upuzun olmuş. 🙂 Buralara kadar gelip sabırla okuduğunuz için teşekkürler! Anlatmayı unuttuğum insanlara, mekânlara ve yukarıda bahsi geçen coğrafya ile ufak da olsa bir gönül bağı olan herkese selâm olsun! Tabii biz bu işlerin acemisiyiz. Gezmelerin has insanı İbn Battuta’nın seyahatnamesini okumaya başlamak istiyorum ne zamandır. Belli mi olur, belki zâtı âlînin memleketi Fas’a kadar ilerlemek nasip olur bu garibe. Haydi Allah'a emanet! 🙂

Ağustos 2018

Sandıktaki diğer yazılar

Loading...

8 Yorum

  1. Misafir

    13 Eylül 2018 at 23:35

    Deneyim ve tecrubelerini paylastigin icin tesekkurler koca yurekli insan

  2. Deli Fişek

    17 Eylül 2018 at 14:21

    Çok iyi olmuş ya. Elleriniz dert görmesin efem. Dervişâna yaraşır anlı şanlı bir yazı olmuş. Heybenizdekileri paylaştığınız için teşekküler. 🙂

  3. fecca

    19 Eylül 2018 at 12:50

    Teşekkür ediyorum misafir, hoş gelmişsin! 🙂

  4. fecca

    19 Eylül 2018 at 12:54

    Estağfirullah efenim,görevimiz, ben teşekkür ederim! Dilimiz döndüğünce aklayıp karalıyoruz bir şeyler. 🙂 Afiyet olsun.

  5. icmaeik

    26 Eylül 2018 at 12:32

    Bavulunda getirdiğin bu güzel Seyehat hatırasını keyifle okudum her bir yer gözümde canlanıverdi. Şimdi de sandığındaki hisli da dantelalarını okuyuvereyim. Altta gözümde ilişti. Pek güzelsin.

  6. fecca

    27 Eylül 2018 at 13:49

    Canım, teşekkür ederim güzel okuman ve yorumun için. Trene atlayıp gitmek için ufak da olsa bir arzuya sebep olduysam ne mutlu! Hoşçakal. 😉

  7. Fitore tirana

    29 Eylül 2018 at 00:46

    Dear Feyza,
    The Balcan is already your second home.I’m very honored that I had an guest like you.You are welcome!🌸

  8. fecca

    30 Eylül 2018 at 10:00

    Moj zeshkanja ime!:) Güzelim, teşekkür ederim.

Bir yorum yaz!